Logo
Çağ Üniversitesi
17.02.2020

İDLİB'DE ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞININ AYAK SESLERİ (İSMAİL CİNGÖZ)

İDLİB’DE ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞININ AYAK SESLERİ*

İsmail CİNGÖZ

Suriye sahasında korkulan oldu. Çünkü 30 Ocak 2020 günü ÖSO tarafından Suriye rejim ordusuna savaş ilan edildiği duyurulmuştu. Bu açıklamanın hemen ardından El Bab’ta bulunan Rusya ve Suriye rejim askeri hedeflerine karşı vur-kaç saldırıları yapılmıştı. ÖSO’nun bu hamlelerine karşı Rus uçakları Elb Bab’ı vurmuş, eş zamanlı olarak da Suriye rejim kuvvetleri İdlib’te saldırı başlatarak ilerleyişe geçmiş, yaşanan bu gelişmeler karşısında Türkiye Suriye rejim askerlerinin hedefinde olan Serakib bölgesinde iki yeni kontrol noktası kurmuştu.

Rusya destekli Suriye rejiminin saldırılarını yoğunlaştırması üzerine Suriye-İdlib bölgesinde “çatışmasızlığın önlenmesi maksadıyla” konuşlandırılmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarına takviye askerî birlikler sevk edilmiştir. Takviye amaçlı gönderilen Türk askerî konvoyunu hedef alan Rusya destekli Suriye rejim ordusunun 02-03 Şubat 2020 gecesi gerçekleştirdiği yoğun topçu ateşi ile 7 Türk askeri ve konvoyda görevli 1 sivil şehit edilmiş, 13 asker de yaralanmıştır.

İdlib’te Türk askerî konvoyuna saldırıların yapıldığı gün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna’ya gittiği ve Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodımır Zelenskıy ile birlikte yaptıkları basın toplantısında Türkiye’nin, “Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesini tanımadığını” bir kez daha söylediği güne denk gelmesi tesadüf olamaz.

Ukrayna'nın Türkiye Büyükelçisi Andrey Sibiga tarafından Türkiye'nin Ukrayna ordusunun ihtiyaçları için 200 Milyon TL'lik yardımda bulunacağını açıklaması, Ukrayna’nın doğu illeri ile Kırım nedeniyle sorun yaşamakta olduğu Rusya’yı elbette memnun etmemiştir.

Rusya tarafından yapılan “Türk askerlerinin güzergâhını bilmiyorduk” iddiasının doğru olmadığını duyuran Türkiye Millî Savunma Bakanlığı, TSK unsurlarının nerelere gönderileceğinin önceden muhataplarına iletildiğini bildirmiştir. Türk askerî konvoyuna yapılan saldırıya TSK, kara ve hava operasyonları ile derhal karşılık vererek misillemede bulunmuştur.

2011’den bu zamana kadar Suriye sahasında görevli TSK unsurlarına ve hatta sınırın öte yanından Türk topraklarına defalarca yapılan alçakça saldırılar olmuştur. Ancak bu son saldırı Esad rejimi askerlerince doğrudan ve yoğun top atışlarıyla gerçekleştirilmiş olması Türkiye’nin Esad rejimine karşı adeta savaş durumuna geçmesini tetiklemiştir.

Kazakistan’ın başkenti Astana’da 12 Ekim 2017 tarihinde başlatılan misyon çerçevesinde; Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğü zemininde sağlanan anlaşma kapsamında Türkiye İdlib’de 12 gözlem noktası oluşturmuştu.

02-03 Şubat 2020 gecesi yapılan saldırı karşısında; Tel Eys’deki 6’ncı, Tel Tukan’daki 7’nci, Sırman’daki 8’inci ve Morik’deki 9’uncu gözlem noktalarında konuşlu TSK askerleri tarafından saldırının yapıldığı Serakib yakınlarındaki Suriye Ordusu hedefleri; Fırtına obüsleri, toplar, havanlar ve ÇNRA (Çok Namlulu Roket Atar) ile aralıksız olarak vurulmuştur. Zaviye’deki 10 numaralı gözlem noktasından da zaman zaman atışlara destek verildiği açıklamalarda yer almıştır. Suriye rejiminin saldırısından hemen sonra Eskişehir’den kalkan iki F-16 savaş uçağı da Suriye Hava Sahası’na girmeden sınırın sıfır noktasında yaptığı keşif uçuşları ile TSK’nın karşı ateşlerinde önemli rol oynamıştır [1].

İdlib’de yaşanan bu olayın askeri ve diplomatik olarak nelere yol açacağı ve etkilerinin neler getireceği ilerleyen zamanda daha bir netlik kazanacağı muhakkaktır. Ancak Türkiye’nin Suriye olaylarının başladığı 2011’den itibaren uyguladığı Suriye stratejisinde ve Suriye sahasında Rusya başta olmak üzere askeri ve diplomatik ilişkilerde bulunduğu taraflara karşı, duruşunu ve konumunu değiştirmesi beklenmektedir.

Zira bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Suriye'de yeni bir aşamaya geçildiği ve Türkiye'nin yeni bir stratejiyi devreye soktuğunu” ilan edilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamasında ayrıca “rejimin gözlem noktalarının gerisine çekilmesini, aksi takdirde Türkiye'nin bunu sağlamak için harekete geçeceğini” de sözlerine eklemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözleriyle; gerekirse başta ABD olmak üzere tüm karşı çıkmalara rağmen gerçekleştirilen Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatlarında olduğu gibi İdlib’te de Rusya’ya rağmen zorlayıcı bir stratejiye geçilebileceğine işaret etmiştir [2]. Çünkü muhatapları (başta Rusya) tarafından Suriye konusunda Türkiye'nin güvenlik endişelerini hiçe saydıkları değerlendirilmektedir.

Suriye rejiminin saldırılarına Türkiye’nin tutumlarının sebep olduğu şeklinde yazılar kaleme alındığı görülmektedir. Zira Astana ve Soçi süreçlerinde üstlendiği görevleri yerine getirmediği, askeri gözlem noktaları oluşturduğu, terör örgütlerini ağır silahlardan arındırma ve görüşmeler yoluyla soruna çözüm bulmak için olumlu adımlar atmadığı, tam tersine olarak Türkiye tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen Nusra’nın (HTŞ) İdlib’te hakimiyetini sağlamlaştırdığı iddia edilmektedir. Türkiye’nin Suriye’de askeri olarak bulunmakla ve yeni gözlem noktaları kurmakla Astana sürecini baltaladığı, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saldırganlık yaptığı, Suriye rejim ordusunun kendi topraklarında yer alan terör örgütlerini temizlemek amacıyla hareket ettiği [3] de iddialar arasında yer almaktadır.

Türkiye içerisinden Türkiye’yi ithamlarla suçlamak Suriye’de yaşananları tam olarak bil(e)memek veya kasıtlı olarak başka açılardan bakmak olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’nin 2011’de “açık kapı” politikası uygulaması eleştirilebilir. Sınırlardan kontrolsüz giriş-çıkışlar kayıt dışı binlerce kişinin Suriyeli(!) olduğu söylemiyle Türkiye’ye girmesi hatalıydı denilebilir. Fakat “Türk askeri neden Suriye’de?”, “Türk askeri haksız yere orada olduğu için Suriye rejim askeri meşru olarak saldırı hakkını kullanmaktadır” gibi söylemlerle Türkiye sorgulanırsa ABD, Rusya ve İran askerlerinin de sorgulanması gerekir. Zira binlerce Km. uzaklardan gelen başka ülkeleri sorgulamadan, 911 Km. sınıra sahip Türkiye’nin, sınırlarının hemen ötesinde yaşanan olaylara duyarsız kal(a)mayarak; demografik yapısı ile iltisaklı olduğu bölge için ve en önemlisi de güvenliğini sağlamak adına orda bulunduğunun görmezden gelinmesi tarafgirlik olsa gerek.

Türkiye’yi askeri kuvvetleriyle Suriye’de haksız yere bulunmakla itham edenler bilerek/bilmeyerek adeta işgalci gibi bir algı oluşturduklarının fark ediyorlar mı bilinmez ama ülke savunması ve güvenliğinin savunma hatlarının fiziki sınırlardan başlamayacağı bilmedikleri düşünülmektedir.

Türkiye daha önce uygulamış olduğu “açık kapı” politikasını İdlib için uygulamayacağını açıklamıştır. Zira İdlib bölgesinden binlerce kişini daha Türkiye sınırlarına doğru günlerdir göç etmekte olduğu haberleri uluslararası basın kuruluşları tarafından duyurulmaktadır. Türkiye’nin İdlib bölgesinde sınırlarının ilerisinde geçici sığınma merkezlerinin kurulması için AB başta olmak üzere uluslararası alanda destek arayışlarını sürdürdüğü görülmektedir.

***

Suriye rejim kuvvetlerinin son İdlib saldırıları ile Halep’i başkent Şam’a bağlayan ve büyük stratejik öneme sahip M5 karayolunun 30 Km’si hariç tamamen kontrolü altına aldığı gelen haberler arasındadır [4]. Burada bilinmesi gereken en önemli husus Suriye rejimi kuvvetlerinin İdlib ilerleyişindeki başarısını Rusya ve İran’ın desteğine borçludur. Çünkü Rusya, 2018 Soçi anlaşmasında yer alan en önemli maddeler olarak M4 ve M5 karayollarının ulaşıma açılmadıkça ve İdlib’te yerleşik terör unsurları temizlenmedikçe Suriye rejiminin askerî harekâtlarına destek vereceğini, yapılanları “meşru” sayacağını sık sık dile getirmiştir [5].

Buradan hareketle Rusya ateşkes konusunda yaşanan her kriz sonrası Türkiye’nin taleplerine “evet” dediği görülse de hedefleri netliğini korumuştur. Rejim askerleri yaptığı hamlelerde nereleri ele geçirmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Rus subayları rejim kuvvetlerinin harekatlarına katkı sunarken ve harekata nezaret ederken İran ile ortak hareket ettikleri, odaklandıkları politik hedeflerine hiçbir kafa karışıklığına mahal vermeden askeri güç kullanarak yürüdükleri [6] anlaşılmaktadır.

 Sonuç olarak; Sadece İdlib bölgesinde değil Barış Pınarı Harekât Bölgesi’nde de TSK unsurlarına tacizler yaşanmaktadır. Zira Türkiye-Rusya arasında 22 Ekim 2019’da yapılan mutabakata rağmen bölgeden çekilmeyen PKK/YPG terör örgütünün saldırılarına TSK’nın misliyle cevap verdiği Türkiye Millî Savunma Bakanlığı tarafından duyurulmaktadır. Dolayısı ile Türkiye-Rusya ilişkilerinin İdlib merkezde olmak üzere Suriye konusunda gerilimli bir döneme girdiği düşünülmektedir.

Zira 10 Şubat 2020 günü bu yazının kaleme alındığı saatlerde İdlib’te Türk askerî konvoyuna Suriye rejim askerleri tarafından yeni bir saldırı haberi alınmıştır. İdlib'deki duruma ilişkin Türk ve Rus heyetlerinin Ankara’da görüşme yaptıkları saatlerde gerçekleşen bu saldırıda 5 Türk askerinin şehit olduğu, 5 Türk askerinin de yaralandığı bilgisi görüşmelerin başarılı olmayacağını göstermektedir.

Hali hazırda Suriye rejim kuvvetleri M4 ve M5 karayollarının denetim ve kontrolünü ele geçirmiş durumdadır. Rejim kuvvetlerinin ilerleyişleri neticesinde Türkiye’nin 5 gözlem noktası fiilen Suriye rejiminin kontrol ettiği saha içerisinde kalmış, geri çekilen silahlı muhalif gruplar da Türkiye sınırı ile İdlib kent merkezi arasında sıkışmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şubat 2020 sonuna kadar Suriye rejim kuvvetlerinin TSK gözlem noktalarının gerisine çekilmesini, aksi halde Türkiye tarafından gereğinin yapılacağını açıklamasına rağmen saldırıların sürmesi Türkiye ile Suriye rejiminin fiilen sıcak savaşa girmeleri riskini de beraberinde getirmektedir. Kaldı ki sıkışan muhalif silahlı kuvvetlerin de Türkiye’yi fiilen çatışmaya çekebilmenin gayreti içerisinde olacağı hatırda tutulmalıdır.

İdlib’te yaşanan gelişmeler Türkiye-Suriye rejimini sıcak savaşa sürüklemektedir. Türkiye karar alıcı mekanizmaları İdlib’in getirisini ve Türkiye’nin amaçlarını çok iyi analiz ederek savaş kararı vermelidir. Yaşananların ardından yapılan açıklamalar incelendiğinde Türkiye’nin de Rusya’nın da sahada çatışma yaşamak istemedikleri anlaşılmaktadır. Türkiye, Suriye rejiminin Rusya’nın desteğindeki saldırılarına karşı olduğunu ve kararlılıkla gereğini yapacağını vurgulamaktadır. Türkiye, İsrail’in Şam’daki askeri üsleri füzelerle vurmasına rağmen etkilenmeyen İsrail-Rusya ilişkilerinde olduğu gibi, Suriye rejimi ile yaşanan çatışma nedeniyle de Türkiye ve Rusya karar alıcı mekanizmaları, iki ülke ilişkilerinin sürdürülebilirliği üzerinde çalışmalıdır.

Suriye sorunu Türkiye’nin beka sorunu halini almış olması nedeniyle bir an önce çözüme kavuşmalıdır. Zira terör örgütlerinin Suriye topraklarına yerleşmesi ve mülteci/sığınmacı sorunları kısa, orta ve uzun vadede Türkiye’nin güvenliğine olumsuz etkileri olacaktır. Türkiye, sınır ötesi kara harekatları düzenleyerek terör örgütlerini sınırlarından uzaklaştırmak ve sözde terör koridorları oluşturmalarını engellemek istemiştir. Fakat ABD ve Rusya’nın himayeleri nedeniyle terör örgütlerinin tam manasıyla temizlendiğini söylemek mümkün değildir.

Sivillerin yoğun olarak yer aldığı bölgelere yapılan saldırılar nedeniyle yeni mülteci akınları beklenmektedir. Zira Türkiye bir şekilde Suriye rejimi ile anlaşmayı tesis edebilse bile rejimin kendi otoritesini sağlayabilme adına muhaliflerle mücadelesini sürdüreceğinden dolayı mülteci/sığınmacı akınlarında yakın zaman içerisinde azalma beklenmemelidir.

Suriye krizinin kesin ve kalıcı olarak çözüme kavuşabilmesinin yolu; Türkiye, Rusya, İran ve Suriye rejiminin bir araya gelerek mutabakata varmasından geçmektedir. Fakat rejimin muhaliflerle de anlaşabilmesi gerekmektedir. Lakin Suriye rejimi tavırlarıyla YPG/PKK unsurlarıyla anlaşabileceğini sergiler hareketler yaparak diğer muhalifleri yok sayma girişimleri Suriye’de krizin yakın zamanda çözüm beklentilerini fazlasıyla boş olacağını göstermesi açısından önemlidir.

Suriye krizinin çözümünde kilit noktaya İdlib yerleşmiş durumdadır. Suriye’nin kuzeybatı bölgesinde ve Türkiye’nin Hatay vilayeti doğusunda kalan İdlib, Suriye rejimine karşı mücadele yürüten silahlı muhalif grupların elinde kalan son en büyük bölgeyi oluşturmaktadır. Türkiye’nin de büyük askeri yığınak yaptığı İdlib bölgesi; Türkiye-Rusya-Suriye rejimi için psikolojik üstünlük açısından önem arz etmektedir.

Son söz olarak; dış politikada tamamen yalnız kalan Türkiye karar alıcı mekanizmaları kararlarını çok iyi analiz ederek vermelidir. Türkiye provokasyonlara meydan vermemelidir. Zira son günlerde strateji uzmanlarının Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı? sorusunu dillendirmeye başladıkları görülmektedir. Bu söylenti ve beklentilerin yaşandığı bir dönemde Suriye’de yaşananların ardından ABD’nin göstermelik destek açıklamalarına da güvenilmeyeceği bilinmelidir.

                              

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

[1] CNN Türk; “İdlib Ateşi: Rejimin Saldırısında 8 Şehit”, 04.02.2020.

[2] Veysel KURT; “Esed’le Görüşmeyi Savunmanın Dayanılmaz Hafifliği”, Sabah, 08.02.2020.

[3] Mehmet Bedri GÜLTEKİN; “İdlip Sınavı'nda Son Durum ve Devlet Aklı”, Yurt Gazetesi., 06.02.2020.

[4] Deutsche Welle; “Suriye Ordusu M5’in İdlib Kısmını Ele Geçirdi”, 08.02.2020.

[5] Nihat Ali ÖZCAN; “Çatışmasızlık Rejimi Sona Ererken İdlib”, Milliyet, 04.02.2020.

[6] Nihat Ali ÖZCAN; a.g.m.

 


* 12 Şubat 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.