Logo
Çağ Üniversitesi
28.07.2019

TARİH SÜZGECİNDE KIBRIS SORUNU VE MÜNHASIR ALAN TARTIŞMALARI (İSMAİL CİNGÖZ)

TARİH SÜZGECİNDE KIBRIS SORUNU VE MÜNHASIR ALAN TARTIŞMALARI

İsmail CİNGÖZ

Özet

Tarihin her evresinde güçlü devletlerin idaresinde kalmış olmasına rağmen hiçbir zaman bir Yunan adası olmayan Kıbrıs, konumu itibariyle Doğu Akdeniz’in en stratejik yerinde bulunmaktadır. 1571’de Osmanlı Devleti tarafından fethedilen Kıbrıs, 307 yıl Türk hakimiyetinde kalmasının ardından 1878 yılında “geçici olarak” yönetimi İngilizlere bırakılmıştır. Bir daha Türk hakimiyetine geçmeyen Kıbrıs, 1914 yılında İngiltere tarafından ilhak edilmesiyle resmen Türk toprağı olmaktan çıkmıştır. Lozan Antlaşması ile İngiliz toprağı olduğu tanınmış ve bu statüsü 1960’a kadar devam etmiştir. Bağımsızlık fikirlerinin yeşerdiğinin görülmesi üzerine İngiltere, Türkiye, Yunanistan ile Ada’nın Türk ve Rum liderlerinin de imzaladığı 1960 Garanti Anlaşması’yla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Kıbrıs’ın bağımsızlığından bir süre sonra Enosis fikrinin yeniden alevlenmesiyle Rumlar tarafından Türk halkına karşı başlatılan saldırılar ve sürekli tırmanan olayların hat safhaya ulaşması üzerine Türkiye, 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nı yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Harekat’ın ardından fiilen ikiye bölünen Ada’da uluslararası bir barış antlaşması imzalanamadığı için günümüze kadar çözülemeyen bir “Kıbrıs Sorunu” ortaya çıkmış, Türk ve Rum tarafının defalarca bir araya gelmesine rağmen bir türlü çözüm elde edilememiştir. BM Genel Sekreterleri Perez de Cuellar, Butros Gali ve Kofi Annan tarafından hazırlanan planlarla da çözülemeyen Kıbrıs Sorunu, son günlerde Doğu Akdeniz üzerinde yaşanan; doğalgaz ve petrol arama çalışmaları nedeniyle münhasır alan mücadeleleriyle yeni bir evreye girmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türk, Rum, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Annan Planı

Giriş

Doğu Akdeniz sahasında çok önemli bir konuma sahip Kıbrıs Adası, zengin bakır yataklarına sahip olmasının yanında, deniz sahasında doğalgaz ve petrol yataklarının da tespit edilmesi ile birlikte başlayan münhasır alan tartışmaları nedeniyle gözlerin yeniden buraya çevrilmesine sebep olmuştur. Üç kıtanın kesişim bölgesinde yer alması nedeniyle dünya ticaret yolları kavşağında yer alan Kıbrıs; 9251 km2’lik yüzölçümü ile Sicilya (25.710 km2) ve Sardunya (24.090 km2) adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye’ye 64 km, Suriye’ye 96 km, Mısır’a 444 km, Yunanistan ana karasına 770 km. mesafededir ve tarih boyunca en güçlü devletlerin kontrolüne geçmiş ve yönetilmiştir.

Stratejik öneme sahip coğrafi konumu nedeniyle istilalarla dolu tarihi geçmişi olan Kıbrıs’ta; Akatlar, Dorlar, Finikeliler, Hititler, Mısırlılar, Asurlular, Persler, Araplar, Romalılar, Lüziyanlar, Cenevizliler, Venedikliler, Memlûkler, Osmanlılar ve son olarak İngilizler hüküm sürmüşlerdir. Fakat Yunanistan’ın iddialarının tersine hiçbir zaman Yunan toprağı veya bağlısı olmamıştır.

1571 yılına gelindiğinde Venediklilerin kontrolünde olan Kıbrıs’ı üs olarak kullanan korsanların tehdit oluşturmaya başlaması üzerine Doğu Akdeniz ticaretinin olumsuz etkilenmemesi için Osmanlı Devleti dikkatini bölgeye yoğunlaştırmıştır. Bu arada dini özgürlükleri kısıtlanarak baskı altına alınan Ada Rumlarının yardım istemeleri üzerine (Özarslan, 2006: 7-8) Osmanlı Devleti 1 Temmuz 1570’te çıkartma harekâtı başlatmıştır. Bir yıl süren çetin savaşlar sonucunda 50 bin-70 bin arası şehit verilerek 1 Ağustos 1571 günü Kıbrıs fethedilmiştir

Fetih ile Anadolu’nun güney sahilleri ile Akdeniz üzerindeki hak ve menfaatlerini güvence altına alan Osmanlı Devleti, ilk etapta 20 bin asker, 10 bin sanatkâr ile birlikte Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden 5721 haneyi Kıbrıs Adası’na iskân etmiştir. İskanlarda öncelikle asayiş olaylarına karışanlar başta olmak üzere, ekecek arazisi olmayanlar ile arazi satın almak isteyenlerin olduğu görülmektedir (Aksoy, 2010: 9). Anadolu’dan zorunlu göçlerle iskân edilenler vasıtasıyla Ada’da nüfus oranını Türkler lehine değiştirmeyi hedefleyen Osmanlı Devleti’nin bu politikası 1878’e kadar devam etmiştir (Ateş, 2004: 2-3).

Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından Türk halkı ile birlikte yönetimde söz sahibi olma hakkı tanınan Kıbrıs Rumları (Doluca, 2011: 2), Ada’nın Türk idaresindeki dönem süresince varlıklarını korumuşlardır. Ekonomik, kültürel ve siyasi olarak gelişme imkânı bulan Rumlarda (Aksoy, 2010: 9), milliyetçilik fikirlerinin başlamasıyla birlikte Yunan ulusçuluğu da ortaya çıkmış ve eş zamanlı olarak Kıbrıs Sorunu da başlamıştır.

1821 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan eden Yunanlılar, provokatörler vasıtasıyla Kıbrıs’ta da ayaklanma başlamasını sağladılar. İsyan hareketinden sonra yaşanan bir dizi olaylar sonucunda zamanın büyük devletlerinin de araya girmeleri sonucu 1830’da bağımsızlığını elde eden Yunanistan, kilisenin de etkileriyle ilk günden itibaren Kıbrıs’ı kendine bağlama hedefi olan Enosis’i hedef olarak ortaya koymuştur. Kelime anlamı ile “ilhak” olan Enosis, emperyalist devletlerin de çıkarlarına olacağından dolayı Kıbrıs Sorunu bu güne kadar devam etmiştir.

Ada’da İngiliz Yönetimi Dönemi

Sultan II Abdülhamid döneminde yaşanan ve tarihe 93 Harbi olarak geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı Osmanlı Devleti’nin kaybetmesi ile Kars, Ardahan ve Batum Ruslara geçmiş; Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsızlığını kazanmış, Bulgaristan Devleti kurulmuş, Bosna-Hersek Avusturya’ya bırakılmıştır. Yaşanan bu gelişmeler ve ortaya çıkan Rus tehlikesi üzerine 4 Haziran 1878’de İngiltere ile savunma anlaşması imzalayan Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ın yönetimini “geçici olarak” İngiltere’ye bırakmıştır. Anlaşmaya göre Kars, Ardahan ve Batum’u Rusların terk etmesi halinde Kıbrıs tekrar iade edilecekti. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer alınmasını bahane eden İngiltere 29 Ekim 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Osmanlı Devleti tarafından bu ilhakın kabul edilmediği açıklanmış olsa da 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile savaştan yenik olarak ayrıldı. Millî Mücadele sonrası 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğunu kabul etti.

Lozan Antlaşması’yla Ada halkı ile birlikte Türkler de İngiliz uyruğuna girmiş sayıldı. Türk uyruğunda kalmak isteyenlerin 12 ay içerisinde ayrılmaları şartı getirilmiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı ile birlikte Türklerin Ada’dan göçünün teşviki, Rumların Türklere baskıları sonucu demografik yapının Rumlar lehine değişmesine sebep olmuştur. İngiliz hakimiyetinden başlangıçta çok memnun olan Rumlar, ilerleyen zamanda Osmanlı döneminde elde ettikleri bazı haklarını kaybetmeye başlamaları ve Yunanistan ile Enosis’in gerçekleşemeyeceğini görmeleri üzerine ilki 1930, ikincisi 1950’de ayaklanma teşebbüsüne karşılık Türk halkı İngilizlerin yanında yer almıştır.

1878’den itibaren Enosis amacını gerçekleştirmek için çalışmalarını yoğunlaştıran Rumlar, 1 Nisan 1955’te “Kıbrıslı Savaşçılar Organizasyonu” (EOKA) ismi ile bir terör örgütü kurdular. Türk ve Rum halkının yıllarca beraber yaşadıkları Ada’da, türlü eylemlerle Türkleri sindirmeye ve Ada’yı terk ettirmeye koyuldular. Rum saldırıları karşısında örgütlenen Türkler de 27 Temmuz 1957’de “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT)’nı kurarak kendilerini savunmaya ve korumaya çalıştılar.

Kıbrıs’ta yaşanan olayları İngiltere’nin bir iç sorunu olarak gören Türkiye tarafsız kalmaya çalışmıştır. Hatta 20 Temmuz 1950’de dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktur” açıklamasını yaptığı görülmektedir. Ancak Ada’nın Yunanistan’a bağlanması halinde hak ve çıkarları ile üslerini kaybetmek istemeyen İngiliz yönetiminin Türkiye’yi de yanına alarak çözüm önerileri geliştirmeye çalışmasıyla konuya dahil olan Türkiye, olayların şiddetlenerek artması karşısında iki kesim arasında taksiminden yana bir politikayı savunmak durumunda kalmıştır.

Rumların Enosis fikrine karşı mücadele yürüten Türklerin aynı zamanda self determinasyon hakkını da savunmaya başlaması üzerine “bağımsızlık” seçeneğini de gündeme getirmiştir. Soğuk Savaş nedeniyle dengeleri gözetmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından da “bağımsızlık” fikrinin desteklenmesi ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında 11 Şubat 1958 Zürih, 19 Şubat 1959 Londra Antlaşmaları’nı imzaladılar (Kadıoğlu, 2006: 16; Yaka, 2011: 74). Devam eden süreç neticesinde Türkiye, Yunanistan, İngiltere ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcileri 16 Ağustos 1960’ta Garanti Antlaşması’nı imzalamalarıyla bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması Rumların Enosis, Türklerin taksim yollarını kapatmıştır.

Kıbrıs Cumhuriyeti Dönemi

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Rum toplumu lideri Baş Piskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Türk toplumu lideri Dr. Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçildi. İlk iki yıl içerisinde kurumlarını oluşturmaya çalışan Kıbrıs’ta sorun yaşanmamıştır. Fakat Türklerle eşitliği içine sindirememiş olan Makarios ve diğer Rum liderlerin Enosis fikirlerini yeniden zikretmeye başlamalarıyla birlikte Cumhuriyetin üçüncü yılında iki toplum arasında tekrar sorunlar yaşanmaya, Türklere şiddet olayları tırmanmaya başlamıştır.

Akritas Planı (Atun, 2005) dahilinde Rum liderlerin kışkırtmalarıyla Aralık 1963’te başlayan olaylar, Kanlı Noel eylemleri ve devam eden saldırılar 1974’e kadar artarak devam etmiş, yüzlerce Kıbrıs Türkü hayatını kaybetmiştir. 5 Temmuz 1974’te “Enosis’e karşı çıktığı gerekçesiyle” Makarios’u darbe ile deviren EOKA, liderleri Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etmesi üzerine Türk Toplumunun güvenliğinden endişe eden Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması kapsamında 20-22 Temmuz 1974 ve 14-16 Ağustos 1974 tarihleri arasında iki aşamalı olarak gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ada’nın %36,5’i Türk kontrolüne geçmiştir. Barış Harekatı’nın ardından Kıbrıs sorunu başka bir boyut kazanmıştır.

Dünya kamuoyu tarafından; Kıbrıs’ta yaşanan olayların ardından EOKA darbesi ile yönetimi ele geçiren Sampson’a ve Enosis faaliyetlerine karşı yapıldığı kabul edilen Birinci Harekât, haklı ve meşru kabul görmüştür. Fakat ilk harekatın ardından ilan edilen ateşkes ve devam eden barış görüşmeleri yaşanırken Türkiye’nin beklentilerinin karşılanmaması üzerine gerçekleşen İkinci Harekât, “toprak kazanım hedefli” olarak görüldüğü için uluslararası kamuoyu tarafından tasvip edilmemiştir. Fakat her şeye rağmen Türkiye’nin Barış Harekatları ile Ada’da yaşanan olaylar durmuş, silahlar susmuş ve diplomasi ile çözüm çalışmaları dönemi başlamıştır (Doluca, 2011: 14).

Harekât sonrası açıklama yapan Birleşmiş Milletler (BM), harekâtı tasvip etmediğini beyan ederek, Türkiye’nin Ada’yı terk etmesini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, egemenliğine, bağlantısızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesini talep etmiştir. Fakat unutulmamalıdır ki Harekât sonrasında uzlaşı sağlanamamış olsa da olaylar durmuştur.

1974 – 1983 Döneminde Kıbrıs

Barış Harekatı’nın ardından Kıbrıs Türk kesimine uygulanan ambargolar ile Türklere kendi kendini idare etme ve insanca yaşama hakkı çok görülmüştür. Hatta Barış Harekatı’nda ABD silah ve teçhizatlarının kullanıldığı bahanesiyle Türkiye’ye de ambargo uygulanmıştır. Harekât öncesi olayları göz ardı eden ABD ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden yana tavır sergileyerek, iki kesim arasındaki sorunların BM arabuluculuğunda kalıcı bir çözüm ile barışın temin edilmesini benimsediler.

BM Genel Kurulu’nda 1 Kasım 1974’te alınan karar ile eşit iki toplumlu statüsü kabul edilen iki toplum arasında gerçekleşen görüşmelerden bir sonuç edilememesi üzerine; iki federe devletten bir federe devlete geçişi kolaylıkla sağlayabilmek, siyasi, ekonomik ve sosyal devlet ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için (Aydoğdu, 2005: 151) 13 Şubat 1975’te Türk kesimi tarafından Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD)’nin kurulduğu ilan edilmiş ve Rauf Denktaş Başkanlığa getirilmiştir.

Yeni kurulan KTFD, iş gücü açığının kapatılabilmesi amacıyla ilk etapta 40 bin olmak üzere Türkiye’den Türk göçmen getirilmesi kararı almış ve göç bir süre daha sürdürülerek mevcut demografik yapının Türkler lehine arttırılması hedeflenmiştir. Fakat Rum kesiminin tepkisi gecikmemiş, mevcut sorunlara bir yenisi de bu şekilde eklenmiştir.

KTFD’nin kuruluşuna tepki amacıyla 12 Mart 1975 tarihinde toplanan BM Güvenlik Konseyi bir kınama açıklaması yapmış ve iki toplumu sorunların çözümü için görüşmelere çağırmıştır. Bu çağrının ardından ilki gerçekleşen ve günümüze kadar çözülemeyen görüşmeler zinciri başlamıştır. 1977’de gerçekleşen görüşmede çözümün “iki toplumlu, iki kesimli, federal bir devlet” temelinde olacağının kabul edilmesi (Hüdaoğlu, 2012:141) en önemli gelişmelerden birisi olarak tarihteki yerini almıştır.

Kıbrıs’ta iki toplum arasında gerçekleşen görüşmelerden birisi de 15-22 Haziran 1979’da BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın başkanlığında Lefkoşa’da yapıldı. Fakat mutabakat sağlanamadan görüşmelere ara verildi. 13 Mayıs 1983’te BM bir karar ile Rumların Ada’nın tamamı üzerinde egemenlik ve denetim hakları olduğu ve işgal gücü tabir ettikleri Türk askerinin de Ada’yı terk etmesi gerekliliğini açıkladı. Gelinen süreç itibariyle çözümsüzlüklerle geçen zamanın; uluslararası camiada Rumlar lehine işlediğinin görülmesi, Rum tarafının masadan çekilmesine rağmen uluslararası camianın Rumlar lehine davranması ve Türk tarafının tüm önerilerini reddetmesi üzerine self determinasyon hakkını kullanan KTFD Meclisi 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin kurulduğunu ilan etti. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş seçildi.

Sampson darbesi ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukuken sona ermesi üzerine Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliklerinin korunması adına haklı gerekçelerle gerçekleştirilen Barış Harekâtı kadar haklı olarak ilan edilen KKTC’yi Türkiye aynı gün tanıdı. Fakat Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan’ın tepkileri de gecikmedi. Ardından BM, 18 Kasım 1983 günü KKTC’nin ilanının hukuksuz ve geçersiz olduğunu açıkladı.

1983-2010 Döneminde Kıbrıs

Kıbrıs Türk kesiminin 1983’te KKTC’ni ilan etmesiyle Kıbrıs Sorunu iki devlet arasında yaşanan bir sorun haline evrilmiştir. 1982-1991 dönemi BM Genel Sekreteri olan Perez de Cuellar’ın “iki toplumlu federal bir cumhuriyet” temelindeki önerileri üzerinden 10 Eylül 1984-2 Mart 1990 arasında üç defa gerçekleşen görüşme ve oturumlarda sunulan önerileri “Türk lideri Denktaş’ın imzalamayı kabul etmesine rağmen” Rum lider Spiros Kipriyanu’nun reddetmesi nedeniyle bir sonuç elde edilemedi (Doluca, 2011: 17-18). Bu arada GKRY’nin 3 Temmuz 1990’da Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu (Çoğal, 2018) ile bu defa Kıbrıs Sorunu’na AB’nin de dahil olmasına sebep oldu.

1 Ocak 1992-31 Aralık 1996 döneminde BM Genel Sekreteri olan Mısır’lı diplomat Butros Gali de o zamana kadar yapılan çözüm planları ile görüşmeler üzerinden geliştirdiği Gali Çözüm Planı hazırlayarak 15 Temmuz 1992’de taraflara sundu. 37 Türk köyünün Rumlara devri ve Türk kesimi topraklarını %36,5’ten %28,2’ye düşüren planı baskı ile Türk tarafına dayatan Gali, önerinin KKTC meclisince 30 Temmuz 1992’de reddedilmesi ve KKTC’nin görüşmelerden çekilmesini dünya kamuoyuna haksız bir şekilde “Türk tarafı çözüm için istekli değildir” şeklinde lanse etti.

Gali’nin haksız bir şekilde Türk kesimini suçlaması, Türk tarafına yüklediği olumsuzluk imajı, yıllar sonra yaşanacak olan Annan Planı’nı Rum kesiminin reddine; Kıbrıs Türklerince kabul edilmesine rağmen dünya kamuoyu hafızalarından silememiştir.

GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla yapmış olduğu bu başvurunun 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Antlaşması’na aykırı olduğundan hareketle KKTC’nin itiraz başvurusu AB Bakanlar Kurulu Konseyi’nin “barışa ivme kazandıracağı” gerekçesiyle kabul edildi. Nihayetinde 1 Mayıs 2004’te GKRY’nin AB’ye üyeliği gerçekleşti.

AB, sorunları çözülmemiş ve görüşmeleri devam etmekte olan ve Kıbrıs’ta Rum ve Türk kesimi olarak fiilen iki parçalı bir yapı olmasına rağmen Rum Kesimini Ada’nın tamamı adına Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul etmesinde Türkiye’nin de hataları olduğu görülmektedir. Zira; AB’nin Türk tarafını yok sayarcasına Rum kesimini muhatap kabul etmesine tepki gösteren KKTC Meclisi Rum kesiminin Yunanistan ile “Askerlik ve Savunma İşbirliği” yapmasını örnek göstererek 28 Ağustos 1994’te “federasyon çözümünü ön gören kararları kaldırdığını açıklayarak” denk önlemler ve Türkiye Cumhuriyeti ile arasında ekonomik entegrasyonun tamamlanması kararı aldı. Fakat Türkiye’de iktidarda bulunan Çiller Hükümeti Gümrük Birliği’ne katılabilmek için Yunanistan’ın vetosu ile karşılaşmamak adına Rumların AB adaylığına ses çıkartmaması, AB’yi ve Rumları her zamankinden daha fazla cesaretlendirmiştir.

Zira Denktaş’ın 31 Ağustos 1998’de kalıcı barışı tesis için Garantör Devletler desteğinde “Kıbrıs Konfederasyonu” önerisine Rum tarafı; Türk askerinin Ada’dan çekilmesi ve Türklere %24 toprak kalacak şekilde bir federasyon teklifinde bulundu. 17 Eylül 1998’de Avrupa Parlamentosu da “Ada’nın askersizleştirilmesini sağlamak amacıyla, Türkiye’nin Kıbrıs’tan askeri güçlerini çekmesi için pratik adımlar atması çağrısı...” kararını açıkladı. Fakat Ada’da bulunan İngiliz üsleri ve askerleri hiçbir zeminde tartışma konusu bile edilmemiştir.

Annan Planı Süreci

1 Ocak 1997-31 Aralık 2006 dönemi için BM Genel Sekreteri seçilen Kofi Annan, göreve gelmesinin ardından 1994’ten itibaren görüşmelerin kesildiği Kıbrıs konusunu gündeme aldı ve görüşmelerin yeniden başlaması için Kıbrıs Türk kesimi ile Rum kesimi liderlerine yüz yüze görüşme çağrısının ardından 13 Temmuz 1997’de New York’ta başlayan görüşmeler 11-16 Ağustos 1997’de İsviçre Glion’da devam etti fakat bir sonuç elde edilemedi. Ardından Denktaş Kasım 2001’de Rum lideri Klerides’e tekrar görüşme teklif etti (Özarslan, 2006: 16-17). Bu gelişme Genel Sekreter Annan’ı, Kıbrıs Sorunu üzerine BM Genel Sekreterleri tarafından hazırlanan planların üçüncüsü olan Annan Planı’nı hazırlamaya yöneltti.

Bu süreç yaşanırken Yunanistan “GKRY’nin AB’ye alınmaması halinde genişleme sürecini veto edeceğini” açıkladı, 3 Kasım 2002’de Türkiye’de hükümet değişti, Adalet ve Kalkınma Partisi yönetime geldi. Denktaş’ın çağrısı ile başlayan ve 58 defa gerçekleşen ikili görüşmelerden de bir çözüm elde edilemedi.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan da Kıbrıs Adası üzerinde yaşayan Türk ve Rum halklarını Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti (BKC) çatısı altında, bir anayasa ve hukuksal düzenlemeleri kapsayan Kapsamlı bir çözüm planı hazırladı. Hazırlayıcısına atfen “Annan Planı” (TCDB, 2004) adı verilen plan, Kıbrıs Sorunu üzerine yapılan bütün görüşmelerde uzlaşılan ve kısmen de olsa uzlaşı sağlandığı kabul edilen karar ve planların yeniden dizayn edilmesi, eklemeler ile daha kapsamlı hale getirilerek hazırlandı (Altan, 2010: 268). Annan bu planı 11 Kasım 2002’de Türk ve Rum taraflarının liderleri ile 1960 Garanti Antlaşması’nın Garantör Devletleri Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin onayına sundu. Plan, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılacak olan referanduma kadar; 11 Kasım 2002, 10 Aralık 2002, 26 Şubat 2003, 27 Mart 2004 ve 31 Mart 2004 tarihlerinde olmak üzere beş defa zirve toplantıları ile değişiklikler ve revizyonlar geçirdi.

Binlerce sayfadan oluşan Annan Planı’na göre Kıbrıs Rum Devleti ile Kıbrıs Türk Devleti eşit iki kurucu devlet ve her iki kesim için ayrı ayrı anayasası olan, Federal Hükümetin kullanacağı yetkileri açıkça belirlenmiş Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile bağımsız, feshedilemez, eşit statüye sahip iki kesimli, bir tek uluslararası tüzel kişiliği olan, federal bir devlet(TCDB, ty)  olarak tanımlanmıştır. Muğlak bir çok hususu kapsayan maddeleri içeren Plan, çözülemeyen hususları referandum sonrasına bırakıyor ve AB müktesebatı içerisinde çözüleceği hükmünü içeriyordu. Bu muğlak maddeler başta Denktaş olmak üzere bazı kesimleri rahatsız ettiği için Plan’a karşı çıkmalarına sebep oldu.

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın danışmanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal “Annan Planı Türk tezlerini yansıtmıyor” derken, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş “planın çok ince tuzak ve oyunlar ile dolu” olduğunu beyan etmiştir.

Annan Planı; KKTC, GKRY, Türkiye ve Yunanistan’da iktidar, muhalefet ile özel ve tüzel kişilikler, gruplar olmak üzere her bir kesim tarafından değişik yaklaşımlarla değerlendirmeye tabi tutuldu ve hiçbirisinde ortak bir tutum sergilenemedi. Sonuç itibariyle taraflar tam anlamıyla ikiye bölündü.

Türk kesiminden karşı çıkanlara göre özetle Annan Planı Türkiye’nin güvenliğini, Kıbrıs Türkünün egemenliğini, yaşama şansını ve insan haklarını korumadığı gibi garanti altına da almıyor, Kıbrıs Türk Kesiminin toprağını %29.2’ye düşürerek toprak iadesi yapılmasını, Türk askerinin çekilmesini, 60.000 Rum’un Türk tarafına yerleşmesini ve 160 imalathane, 442 ticarethane, 188 otel-lokanta, 553 kamu binasının Rumlara terk edilmesini öngörüyordu (Ural, 2004: 108-109).

Rum yöneticilerine göre ise BM Genel Sekreteri tamamen Türklerin görüşünü benimseyerek tarafların eşitliği kavramını Plan’a eklemişti. Bu durumdan Rum Lider Papadopulos rahatsızlık duymaktadır (Levent, 2012: 61). Fakat en önemlisi Rum tarafı bütün Kıbrıs’ı temsilen AB üyelik sözünü almıştı. O nedenle Annan planına itibar etmemiştir.

Genel manada hem Türk kesiminin hem de Rum kesiminin memnun edici özellikler taşımadığı bir ortamda ABD, İngiltere ve AB’nin baskıları ile her iki tarafın da “Evet” demeye zorlanmasına rağmen, çözüme değil çözümsüzlüğe sebep olacak olan referandum eş zamanlı olarak 24 Nisan 2004 günü gerçekleşti. KKTC Türklerinin %64,9 “Evet”, Rum kesiminin %75,8 “Hayır” dediği sonuç yıllarca Denktaş’ı “uzlaşmazlıkla” suçlayan ABD ve AB’yi şaşırttı. Fakat en fazla şaşıranlardan birisi kuşkusuz dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat olmuştur. Zira ısrarla “Evet” denilmesini savunan Talat’ın; “Evet” diyecek olan Türk kesimi ödüllendirilecek, “Hayır” diyecek olan Rum kesimi cezalandırılacak söylemleri gerçekleşmemiş, bilakis Rum tarafı ödüllendirilerek 1 Mayıs 2004 tarihinde AB üyesi olmuş ve hedefine ulaşmıştır.

Rum kesiminin “Hayır” oyu kullanmasının şaşkınlığını yaşayanlardan birisi de tabi ki Annan olmuştur. Annan 28 Mayıs 2004 tarihli “İyi Niyet Misyonu Raporu” ile başarısızlığın sebebinin Rum kesimi olduğunu, KKTC’nin devlet olarak tanınmamakla birlikte, Türk tarafının ambargo ve tecritten kurtarılması gerektiğini açıklamış olsa da ilerleyen süreçte AB ülkelerinin de ambargoları ardarda gelmiştir. Annan Misyon Raporunda Rum kesimini suçlarken, daha sonra Türkler “Evet” demekte geç kaldılar diyerek yine Türkleri suçlamayı tercih etmiştir.

2010 Sonrası Münhasır Alan Mücadelesi

Annan Planı’nı reddetmelerine rağmen GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye üye olması bölünmüş olan iki toplumun ve Ada’da bölünmüşlüğün sürmesine sebep olmuştur. Çünkü bu durum AB tarafından Ada’ya sağlanan haklardan Türk kesiminin yararlanamamasına, sorunlar yumağının çözülmesi yolundaki engellerin artmasına ve daha da önemlisi Rum kesiminin çözüme yanaşması için bir sebep kalmamasına neden olmuştur.

AB üyesi olmuş GKRY, Türkiye’nin AB üyeliğine giden süreçte “Veto” yetkisi gibi bir kozu eline geçirmekle hem Kıbrıs Türk kesimine hem de Türkiye’ye karşı önemli mevzi kazanmıştır. Yıllarca çözümsüzlüğün sebebi olarak gösterilen Türk kesimi “Evet” demiş olmakla bile cezalandırılan taraf olmuştur.

Süreç Rum kesiminin lehine işlerken 2010’dan itibaren Doğu Akdeniz açıklarında doğalgaz ve petrol yataklarının keşfedilmesiyle birlikte ortaya bir de münhasır alan sorunu çıkmıştır. Türkiye zaman geçirmeksizin hem kendi hem de KKTC’nin hak ve çıkarlarını korumak için yaptığı hamleler karşısında ilk etapta GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır eksenli ittifak oluşturulmuştur. Her geçen gün yeni enerji sahalarının keşfedilmesi, ABD, İtalya ve Fransa merkezli AB başta olmak üzere küresel güçlerin de bölgeyle ilgilenmesine sebep olmuş ve oluşan ittifaklar tarafından Türkiye güneyden kuşatılmaya başlanmıştır. Bu kuşatma ile müşterek hareket eden ittifak güçler ilk etapta Türkiye’yi durdurmayı hedeflemişlerdir.

Tespit edilen doğalgaz ve petrol sahalarının paylaşım problemleri nedeniyle sıklet merkezi Doğu Akdeniz sahası olmak üzere; Atlantik’ten Avrasya’ya, Afrika’dan Karadeniz’e çok geniş sahalara uzanan ekonomik ve siyasi alanda yeni ittifaklar oluşmasına sebep olurken, 67 yıldır NATO üyesi Türkiye dışlanmaya başlamıştır. Yıllarca NATO çatısı altında dost(!) ve müttefik(!) olarak Türkiye’nin yanında görülen ülkelerin Türkiye’ye karşı birleşmeleri safların yeniden belirlenme hamlelerine sebep olmuştur.

Dolayısı ile 1990’larda Doğu Bloğu’nun dağıldığı gibi “NATO da dağılma süreci mi yaşayacak?” sorusunu akıllara getirmiştir. Zira uzun bir süredir ABD eksenli olarak NATO müttefikleri ile yaşanan sorunlar nedeniyle Türkiye; Rusya, İran ve Çin ile yeni ittifak arayışları içerisine girmek zorunda kalmıştır. 2010’dan beri devam eden Suriye olaylarının seyri içerisinde ABD’nin PYD/YPG/PKK terör örgütünü silahlandırması, Doğu Akdeniz’de yaşanan güç mücadelesi ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemleri alması ve (şimdilik) Ankara’ya konuşlandırması ile yaşanan süreç; Türkiye’yi NATO (Batı) ile Doğu arasında seçim yapma aşamasına getirmiştir.

Sonuç

Kıbrıs, Türkiye ve Türkler için bir sorun değil; uzlaşmazlık, uyuşmazlık meselesidir esas olarak. Bu meselenin çıkış noktası; Enosis’i gerçekleştirebilmek için Kıbrıs Rumlarının 1955’te kurdukları EOKA terör örgütü vasıtasıyla yıllarca beraber yaşadıkları Türkleri türlü eylemlerle sindirme ve Ada’yı terk etmeye zorlamak amacıyla başlatılan olaylar ve 1960 yılından itibaren de Türklerin imhasını ön gören Akritas Planı’nı uygulamaya koymalarıdır. Kıbrıs’ta yaşananları “sorun” olarak niteleyenler Rumlardır. Türkler açısından özellikle 1963-1974 döneminde yaşanan ve katliam boyutuna varan olaylara “sorun” denilebilir. Fakat Barış Harekatı’ndan sonra oluşan fiili iki egemen devlet vardır. Türk kesiminde var olan bağımsız KKTC’yi sorun eden Rum kesimi ve Batı’dır.

1963’te yaşanan Kanlı Noel olayları 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar Batı’nın gözleri önünde hunharca devam etmiştir. Türkiye’nin Barış Harekatı’yla olaylar durmuş fakat farklı bir boyut kazanmıştır. Bir türlü imzalanamayan kalıcı barış anlaşması çözüm görüşmeleri Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için müzmin bir hal almasına rağmen hala bir çözüm elde edilememiştir. Esas dikkat çekici kısım ise kalıcı çözüm için taviz istenilen taraf Türk kesimi olmuş, her hal ve şartta çözümsüzlük yanlısı olarak Türk tarafı gösterilmiştir.

Türk ve Rum liderleri arasında yüzlerce kez gerçekleşen ikili görüşmelere ilaveten Birleşmiş Milletler Genel Sekreterleri Perez de Cuellar ile Butros Gali tarafından sunulan barış planlarına rağmen çözülemeyen Kıbrıs Sorunu, son kez BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan planla da çözülememiştir.

Annan Planı, 11 Kasım 2002’de taraflara sunulurken, BM tarafından son defa barış görüşmelerine çağrılacakları duyuruldu. Türk tarafına baskı oluşturmak için yapıldığı açık olan bu açıklama bilerek yapılmıştır. Çünkü Türk tarafının karşısında AB üyeliğini garantilemiş bir GKRY vardı. Dolayısı ile “Ey Türk kesimi ve Türkiye, bu çözüm önerisini bir şekilde kabul etmezseniz Rumlar AB üyesi olacak, siz kalacaksınız” anlamını taşımaktaydı.

Binlerce sayfadan ibaret Annan Planı’na göz atıldığında Kıbrıs Sorunu’nu çözmekten ziyade genel hatlarıyla ele almıştır. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti altında yaşayacak ve kendi iç işleriyle ilgili ayrı ayrı anayasası olacak iki kesimli yapının mevcut sorunlarını çözmeye yeterli olmadığı değerlendirilmektedir. Ki referandum sonucu daha yapılmadan Rum kesimi için bir anlam ifade etmiyordu. Zira Türk kesimi “Evet”, Rum kesimi “Hayır” demesine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Ada’nın geneli adına AB üyeliği ile ödüllendirilen kesim Rumlar olmuştur.

Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesiminin ortaklığı ve siyasal eşitlik temelli olarak Türkiye, Yunanistan ile İngiltere’nin garantörlüğünde 1960’ta kurulan ve 1963’e kadar kurulduğu haliyle devam eden Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka kalıcı bir çözümde uzlaşılamamıştır. Fakat unutulmaması gereken en önemli husus 1974 Barış Harekâtı ile yaşanan olaylar durdurulmuş, asayiş tesis edilmiştir.

GKRY’nin AB’ye girmesi ile Türkiye’nin AB üyeliği ve Ege sorunlarının çözümü için Yunanistan’la birlikte engel teşkil etmekte oldukları aşikârdır. Zira istedikleri tavizleri almadan Türkiye’nin AB üyeliğine onay vermeyeceklerdir. Hattı zatında AB’nin tarafsızlığını kaybetmesi ile yanlı tutumları ve yaklaşımları Türk kamuoyunun AB’ye yaklaşımlarını soğutmaya başlamıştır.

Doğu Akdeniz’de tespit edilen doğalgaz ve petrol yataklarının münhasır alan mücadelesi ile ilgili olarak devam eden sorunlarda Türkiye, KKTC ile birlikte hareket ederek hak ve çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Kaderin cilvesi o ki eğer Rum Kesimi de Annan Planı’na “Evet” demiş olsaydı ve KKTC Birleşik Kıbrıs içerisinde müstakil hareket edemeyen bir Federe Devlet olsaydı, Türkiye’nin şimdiki kadar eli güçlü olur muydu? 2002-2004 yılları arasında Annan Planına giden süreçte, planda muğlaklıklar ve Türk kesiminin egemenlik haklarını kaldırdığı söylemleriyle “Hayır” diyenler haklı çıkmıştır.

Doğu Akdeniz’de Ortadoğu coğrafyasında emperyalist çıkarları olan büyük devletler var oldukça, Büyük İsrail’e giden yolun kesişim noktası bu bölge olduğuna inanıldığı sürece Kıbrıs’a ve Ortadoğu’ya barış ve çözüm gelmeyecektir. Zira bu mantıkla samimi katılımlar ve doğru yaklaşımlar olmayacaktır.

 

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

cingozismail01@gmail.com

 

 

Kaynakça

ATEŞ, Mine, (2004) Geçmişten Günümüze Kıbrıs Sorunu ve Çözüm Yollarına İlişkin Çabalar, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas.

ATUN, Ata, (2005) Akritas Planı Nasıl Bir Plandı, http://www.ataatun.org/akritas-plani-nasil-bir-plandi.html, 26.07.2019.

AKSOY, Berna, (2010) Kıbrıs Sorununun Yunanistan ve Türkiye Dengesinde Çözüm Sürecine AB’nin Etkisi ve Sürecin Sonu Annan Belgesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrupa Birliği Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul.

ALTAN, Ümmü, (2010) Kıbrıs Sorunu Çözüm Sürecinde Annan Planı: K.K.T.C ve Kıbrıs Rum Basınındaki Yansımaları, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara.

AYDOĞDU, Ahmet, (2005) Kıbrıs Sorunu Çözüm Arayışları “Annan Planı ve Referandum Süreci”, Asil Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 1. Baskı, Ankara.

ÇOĞAL, Nejat (2018) “Güney Kıbrıs’ın Ab Üyeliğinin Hukuki Değerlendirmesi”, http://nejatcogal.com/category/manset/2018/04/07/guney-kibrisin-ab-uyeliginin-hukuki-degerlendirmesi/, 24.07.2019.

DOLUCA, Duygu, (2011) Kıbrıs Sorununun Çözümüne İlişkin Hazırlanan Annan Planı’nın ve Referandum Sürecinin Kapsamlı Analizi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale.

HÜDAOĞLU, Gürdal, (2012) “Kıbrıs Çözüme Ne Kadar Yakın? -Kıbrıslı Türkler Açısından Bir Değerlendirme” Bilig Dergisi, Yaz, S. 62, s. 139-158, Ankara.

KADIOĞLU, Beyhan, (2006) Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Çerçevesinde Kıbrıs Sorunu, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kütahya.

LEVENT, Zeynel, (2012) Kıbrıs Sorunu Ekseninde Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

ÖZARSLAN, Bahadır Bumin, (2006) Uluslararası Hukuk ve Avrupa Birliği Hukuku Açısından Kıbrıs Sorunu, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuk Ana Bilim Dalı, Avrupa Birliği Hukuku Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir.

TCDB, (2004) BM Kapsamlı Çözüm Planı (Annan Planı), Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 31.03.2004, http://www.mfa.gov.tr/bm-kapsamli-cozum-plani-_annan-plani_.tr.mfa, 25.07.2019.

TCDB, (t.y.) Annan Planı ile Kurulması Öngörülen Kıbrıs Türk Kurucu Devleti'nin Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti, Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/annan-plani-ile-kurulmasi-ongorulen-kibris-turk-kurucu-devleti_nin-anayasasi.tr.mfa, 25.07.2019.

URAL, Erdinç, (2004) Kıbrıs Barış Harekâtında Jandarma Birlikleri, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

YAKA, Özge, (2011) “Ulusal Dava’dan Ayakbağı’na: Kıbrıs Siyasetinin Dönüşümü” Memleket, Siyaset, Yönetim, C. 6 S. 16, 2011/16. https://docplayer.biz.tr/4136925-Ulusal-dava-dan-ayakbagi-na-kibris-siyasetinin-donusumu.html