Logo
Çağ Üniversitesi
10.06.2020

LİBYA VE DOĞU AKDENİZ’DE SON DURUM (İsmail CİNGÖZ)

LİBYA VE DOĞU AKDENİZ’DE SON DURUM*

İsmail CİNGÖZ

Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” adı verilen toplumsal gösteriler sürecinde Muhammed Buazizi isimli gencin 17 Aralık 2010 günü pazar yerinde kendini yakmasının ardından halkın sokaklara dökülmesiyle önce kitlesel sonrasında bütün Ortadoğu’ya yayılan bölgesel halk ayaklanmalarından etkilenen ülkelerden birisi de Libya’dır. 1969’da gerçekleştirdiği askeri darbe ile yönetime gelen Muammer Kaddafi'nin 20 Ekim 2011’de devrilmesiyle iç savaşa sürüklenen Libya olaylarından en fazla etkilenen ülke ise kuşkusuz Türkiye olmuştur. Çünkü Arap Baharı olayları başlamadan yaklaşık bir yıl önce Türkiye-Libya arasında imzalanan çok önemli ekonomik anlaşmalar hayata geçirilme imkânı bulamamıştır.

26 Kasım 2009’da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve beraberinde yer alan heyetin üç günlük Libya ziyaretinde; 10 milyar doları bulan 8 yatırım anlaşmaları ve ilk etapta 2 milyar dolardan başlayıp 5 yıl içerisinde 10 milyar dolara ulaşması hedeflenen ticaret anlaşmaları o dönemde bir çok kesimin dikkatini çekmişti. Zira 2019 yılı sonu itibariyle 48 milyar varil petrol, 54,6 trilyon metreküp doğalgaz rezervi ile 6 trilyon Amerikan doları enerji kaynağına sahip Libya, bu gün de Batı’nın iştahını kabartmaktadır. Ayrıca Türkiye, o dönem enerji sektöründe 600 milyar doları bulan yatırıma hazırlanan Afrika pazarına da Libya limanları üzerinden girmeyi[1] hedeflemişti.

Kaddafi’nin suikast ile devrilmesinin ardından Libya’da başlayan iç savaş sürecinde Türkiye ve Katar, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “Meşru” olarak kabul edilen Fayez Al Sarraj Başkanlığındaki Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’ni destekleme kararı almıştır. Buna mukabil Fransa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Ürdün, İtalya ve Rusya başta olmak üzere bazı ülkeler ise General Halife Hafter’e bağlı, kendisini Libya Ulusal Ordusu olarak adlandıran Tobruk merkezli güçlerini destekledikleri görülmektedir. Çünkü kanıtlanmış petrol rezervleri ile Afrika’da birinci, dünyada dokuzuncu sırada yer alan Libya’dan pay kapabilmenin hesapları yapılmaktadır.

Bu süreç yaşanırken Türkiye; Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır ve Libya’nın zengin hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı hamlelerine benzer şekilde Libya ile Münhasır Alan Anlaşması imzalamakla karşılık vererek çok doğru bir çıkış yapmayı başarmıştır. Zira Libya sahasında ekonomik ve siyasi mücadele süreci devam ederken, Türkiye ile Fayez Al Sarraj Başkanlığındaki Trablus merkezli Libya UMH arasında 27 Mayıs 2019’da başlatılan çalışmalar tamamlanmış ve 27 Kasım 2019’da “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti UMH arasında “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştır. Ardından Libya UMH’nin 26 Aralık 2019 tarihinde Türkiye'den resmen askeri destek talep etmesi, süreci başka bir boyuta taşımıştır. Çünkü bu iki önemli gelişmenin ardından Türkiye, Libya'daki çatışmaların parçası haline gelmiştir. Türkiye donanması Kıbrıs açıklarında ve Akdeniz’de münhasır alanların korunması hususunda çok önemli görevler icra ederken, Türk Silahlı Kuvvetleri de Libya UMH’nin yanında yer almıştır.

Talep doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ekipman, danışmanlık ve eğitim desteği verdiği UMH'nin son haftalarda Hafter güçleri karşısında üstünlüğü ele geçirmesi ve Trablus’a saldırıları geri püskürterek elde ettiği kazanımları, Libya iç savaşında askeri dengelerde değişime yol açmıştır. Libya’da Türkiye’nin desteği ile yaşanan askeri dengelerdeki değişmelere Fransa ile Yunanistan’ın sert tepkiler verdiği görülmektedir. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nden (AB) Türkiye’ye “silah ambargosuna uyma” çağrıları gelmektedir. Fakat Hafter güçlerine havadan ve karadan yapılan/yapılacak silah yardımlarının engellenemiyor olması AB’nin söylemleri ile çelişmesi dikkat çekicidir.

Zira, AB Konseyi’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çerçevesinde 1Nisan 2020’den itibaren Libya’ya yönelik silah ambargosunun uygulanması için Yunanca “Barış” anlamına gelen “İRİNİ” operasyonu ile Akdeniz’de başlatılan faaliyetler[2], görünüş itibariyle doğrudan Türkiye’yi hedef alıyor imajı sergilemektedir. İRİNİ misyonu uygulanış biçimi itibariyle Türkiye destekli gemilerin yani Meşru Libya UMH’ni desteklemek için sevk edilecek gemilerin önünü kesebilecek imkana sahip olurken havadan ve karadan silah sevkiyatlarını önleyemediği için Hafter güçlerine silah teminini engelleyememektedir.

Libya iç savaşı sürecinde Fransa’nın, üyesi olması sıfatıyla AB adına hareket ediyor tavırlarıyla Doğu Akdeniz ve Suriye sahasında nüfuzunu arttırma ve Türkiye’nin buralardan çıkartılması girişimleri dikkat çekmektedir. Ancak Türkiye’nin askeri başarıları karşısında Fransa’nın hamleleri başarı imkânı bulamamaktadır. Çünkü Türkiye, Fransa’nın Libya petrolleri ve Kuzey Afrika üzerine emperyalist planlarına engel olmuştur.

Ancak Libya’daki ağırlığı ve Hafter üzerindeki etkinliğini kullanarak Akdeniz’de önemli bir güç olma mücadelesi veren Rusya’nın stratejik hamleleri Batı’nın daha fazla dikkatini çekmesi nedeniyle önem arz etmektedir. Zira Rusya ile Türkiye’nin “Libya’da karşı karşıya gelebilirler mi?” sorusu dillendirilir olmuştur.

Rusya, resmi söylemiyle Libya UMH ile Hafter yönetimlerine siyasi uzlaşma çağrıları yapıyor olsa da Wagner grubu aracılığı ile fiili destek verdiği bilinmektedir. Rusya, Wagner grubunun devlet mekanizmasıyla doğrudan bağlantılı olmadığını ve her Rus vatandaşının Rus hükümetini temsil etmeyeceğini deklare etmektedir. Lakin Rusya, 2018’den itibaren Rus yönetimine yakınlığı ile bilinen özel güvenlik şirketi Wagner Grubu'nu paralı asker adı altında göndererek sürece Libya’da fiilen dahil olmuştur. Wagner’e bağlı yaklaşık 1.200 paralı askerin her türlü silah kapasitesiyle Hafter’in yanında yer aldığı BM raporlarında da yer almıştır[3]. Dolayısı ile Rusya söyleminin tersine, eylemleriyle Hafter tarafında yer aldığını göstermiştir.

Yine Rusya tarafından inkâr ediliyor olsa da 6’sı Mig 29, 2’si Su 24 olmak üzere en az 8 Rus savaş uçağının Suriye üzerinden Libya’ya gönderildiği bir çok kaynak tarafından teyit edilmiştir. Ki, Hafter'e bağlı birliklerin Hava Kuvvetleri Komutanı Sakr Curuşi tarafından 21 Mayıs 2020 günü yapılan "Önümüzdeki saatlerde Libya tarihinde en büyük hava harekâtını göreceksiniz. Tüm Türk hedefleri ve çıkarları savaş uçaklarımızın meşru hedefleridir. Sivilleri bunlardan uzak durmaya çağırıyoruz" açıklamalarından[4] Rus uçaklarının Hafter’e ulaştığı anlaşılmaktadır.

Rus silahlarının Türk Silahlı Hava Araçları (SİHA) karşısında başarısız olması nedeniyle Rusya’nın uçak gönderdiği anlaşılmaktadır. Her şeye rağmen Rusya ve BAE Hafter tarafına yaptığı silah yığınaklarını inkâr etmektedirler. Rusya, askeri varlığını reddetmeye devam ediyor olsa da Suriye’deki hatalarını tekrarlamak istememektedir. Çünkü Akdeniz hakimiyeti için Suriye’den sonra eş zamanlı olarak Libya’da da var olmak istemektedir. Zira Libya petrollerinin kontrolünü ele geçirmek ve aynı zamanda da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Batı’nın Rus petrol ve gazlarına muhtaçlıklarının devam etmesini istediği muhakkaktır. Fakat Covid-19 salgını nedeniyle yaşanan ekonomik krize bağlı olarak petrol ve doğalgaz piyasalarında yaşanan arz/talep dengesi ile fiyatlardaki düşüşlerden dolayı Rusya çok büyük ekonomik kayıplar yaşamaktadır. Dolayısı ile mevcut ekonomik kriz nedeniyle Rusya, Libya ve Suriye’yi aynı anda taşıyamayacağı için Türkiye’nin eli daha güçlü görülmektedir.

Libya sahasında Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği Libya UMH’nin kazanımları kadar Doğu Akdeniz’de güç dengelerini etkileyecek bir diğer önemli gelişme de Türkiye-İsrail yakınlaşmasının yaşanıyor gibi görülmesidir. 2020 Mayıs ayının ikinci haftası içerisinde Fransa, Yunanistan, GKRY, Mısır ve BAE tarafından Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji arama çalışmaları ve askeri faaliyetlerinden ötürü uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlandığı ve kınama açıklamalarına İsrail’in katılmaması dikkat çekicidir. Hatta İsrail’in resmi Twitter hesabından “Türkiye ile diplomatik ilişkilerimizle gurur duyuyoruz. Gelecekte bağımızın daha da güçlenmesini temenni ediyoruz. Türkiye’deki tüm takipçilerimize sevgilerimizi gönderiyoruz” açıklamasından[5] önümüzdeki süreçte ilişkilerin normalleşme sürecine gireceği beklentilerine neden olmuştur.

Sonuç Olarak;

Libya zengin petrol ve doğalgaz yataklarıyla Batı’nın iştahını kabartmaktadır. Ancak coğrafi olarak Kuzey Afrika’da yer alsa da Avrupa’ya olan yakınlığı ile Libya’nın; kaçak göçmenlerin Avrupa’ya geçiş güzergahı olarak kullandıkları rota üzerinde olması ve devam eden iç savaş nedeniyle terör örgütlerinin yerleşebileceği endişesi, Avrupa’nın güvenlik kaygılarına sebep olmaktadır.

AB, güvenlik endişelerinin ortadan kalkması amacıyla; Libya’da ateşkesin sağlanması ve siyasi çözüm için sorumluluk üstlenmelidir. AB, barışa katkı sağlayacağım söylemiyle hareket ederken, İRİNİ misyonunda olduğu gibi taraflı hareket etmekten de vaz geçmelidir. Fransa ve İtalya’nın etkisiyle AB’nin taraflı davranıyor olmasına karşılık NATO’nun Meşru Libya UMH’ni açıktan destekleyerek sürece dahil olması halinde Türkiye’nin Libya politikalarında eli güçlenecektir. Dolayısı ile Türkiye NATO’nun bu eksenli dahlini talep edebileceğini AB’ye hissettirmelidir.

Libya’da Türkiye-Rusya karşı karşıya gelir mi? Sorusuna verilecek kesin cevap; iki ülkenin de doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyecekleridir. Çünkü 2011’den itibaren Suriye sahasında devam eden iç savaş süreci üzerinden değerlendirme yapmak gerekirse; Türkiye’nin ilk günden itibaren açıkça muhaliflerin yanında yer almasına karşılık, Rusya’nın Esad rejiminin en büyük destekçisi olmasına rağmen diyalog kanalları sürekli açık kalmış, Astana, Soçi ve Moskova Mutabakatları ile süreç hala idare edilebilmektedir. Libya’da da aynı yöntemi izleyen Türkiye ve Rusya’nın vekalet savaşları ile karşı cephelerde yer almaya devam edecekleri ama ekonomik, siyasi ve bölgesel çıkarları gereği açıktan cepheleşmeyecekleri değerlendirilmektedir.

İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme hamleleri olumlu olarak algılanıyor olsa da doğalgaz tedarikçisi ve Hamas’ı Gazze Şeridi’nde zapt etmesine yardımcı olan Mısır ile ilişkilerini bozabileceği endişesiyle İsrail temkinli hareket edecektir. Ayrıca GKRY ile Doğu Akdeniz’de münhasır alan anlaşması olan İsrail’in, AB üyesi GKRY ile ilişkilerini bozmayı göze alamayacağı da hatırda tutulmalıdır. Dolayısı ile İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini kısa vadede stratejik seviyeye çıkartması beklenmemelidir. Esasında İsrail, Türkiye’nin desteklediği Libya UMH’nin önümüzdeki süreçte başarılı olup/olmama durumuna göre Akdeniz’deki kazanımlarının garantilenmesi amacıyla taktiksel davranmaktadır.

Libya’da Hafter’in durumu paramparça denilebilir. Çünkü 6 aylığına 173 milyar dolara anlaşarak yardıma çağırdığı söylenen Wagner grubu, Türkiye SİHA’ları ve Libya UMH’nin başarıları karşısında Libya’yı terk etmiştir. Başarısız olan ve geri çekilmeye başlayan Hafter güçlerine Rusya ve BAE’nin de desteğini çekeceği beklenmektedir. Lakin Libya fiilen 3’e bölünmüş durumdadır. Her şeye rağmen Rusya ve BAE, destekledikleri Hafter’in Libya’nın tamamını kontrol altına alamasa bile en azından 2’ye bölünmesini istedikleri anlaşılmaktadır. Bu durum Türkiye’nin çıkarlarına uygun değildir. Çünkü Libya bölünürse Türkiye’nin Libya UMH ile imzalamış olduğu Münhasır Alan Anlaşması da ortadan kalkacak ve bütün mücadeleleri heba olacaktır.

Uluslararası basında yer alan haberlere göre geçtiğimiz günlerde telefonla görüşen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın Libya konusunda mutabakata vardıkları düşünülmektedir. Buradan hareketle AB ülkeleri her ne kadar henüz siyasi çözüm aşamasında olmasalar da Libya olaylarının siyasi süreç aşamasına geldiği değerlendirilmektedir. İyi bir kazanım için Türkiye ve Libya UMH Hafter karşısındaki ilerleme hareketlerini sürdürmelidir. Türkiye’nin Libya planları emperyalist eksenli olmadığı için sonuçta kazanan Libya halkı olacaktır.

Geri çekilmeye başlayan Hafter güçleri ile destekçilerinden ateşkes söylemleri gelmeye başlamıştır. Hafter güçlerinden kopmalar ve çok büyük kayıplar yaşandığı bu süreçte üstünlüğü ele geçirmişken Türkiye ve Libya UMH ateşkes taleplerini kabul etmemelidir. Zira askeri strateji gereği üstün durumdayken ateşkesi kabul eden taraf, zımnen kaybedecektir. Çünkü bu durumda ateşkes kabul edilirse Rusya’nın da istediği gibi Libya’da 2’ye bölünme yaşanır. Bölünme olursa kalıcı barış olmaz. Zira 400 civarında kabileden oluşan Libya’da her kabile kendi ekonomik ve kültürel kazanımları peşine düşecektir. O nedenle yakın zamanda Libya’da ateşkesin olmayacağı değerlendirilmektedir. Hatta Rusya ve BAE başta olmak üzere destekleyen ülkelerin dahi Hafter’in nasıl devre dışı bırakılabilirliği ve alternatifinin kim/nasıl olacağı hususunda değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir.

Kuzey Afrika’da; Tunus, Cezayir, Moritanya ve Fas’ta yeni oluşumlara doğru gidildiği görülmektedir. Bu süreci takip eden ABD (son günlerde yaşadığı ekonomik ve siyasi olayları bölünme sürecine dönüşmeden atlatabilirse), kendi çıkarları için tehdit algılaması halinde bu oluşumlara müdahil olacaktır. Çünkü bölge genel olarak başta elmas olmak üzere zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Dolayısı ile Türkiye, ABD ve diğer emperyalist ülkelerle doğrudan karşı karşıya gelmemeye dikkat ederek Afrika planları ve açılımları olmalıdır.

Son söz olarak; ABD’de yaşanan ağır ekonomik krizle birlikte bir de bir polisin siyahi George Floyd’u öldürmesi ile başlayan halk hareketlerinin, 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı olaylarında Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan olayları tetiklemesi örneğinde olduğu gibi bir domino etkisiyle ABD eyaletlerinde bir dağılma sürecini başlatabileceği öngörülmektedir. Ayrıca Covid-19 olaylarında günah keçisi ilan edilen Çin’in büyük ekonomik krize girmesi nedeniyle Çin’de de bir dağılma süreci başlayabileceği değerlendirilmektedir. AB’den İngiltere’nin ayrılmasıyla başlayan kopuş sürecinin, Covid-19 sürecinde yaşanan ulusalcı kimliğe dönüş hamleleriyle birleşerek AB’nin de dağılma sürecine girmesi mümkün görülmektedir. Dolayısı ile önümüzdeki süreçte dünya beklenmedik oluşumlara gebedir. Türkiye karar alıcı mekanizmaları bu süreci çok dikkatle takip etmelidir.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

 

[1] Aytunç ERKİN; “NATO Kaddafi’yi Neden Öldürdü?”, Sözcü Gazetesi, 27.12.2019.

[2] Şerife ÇETİN; “AB'nin Akdeniz'de Yeni Misyonu Başlıyor”, A.A., 31.03.2020.

[3] BBC News; “Libya'da Türkiye ile Rusya Karşı Karşıya Gelir Mi?”, 22.05.2020.

[4] Haber Türk; “Suriye'de Rus Üssünden Libya'ya 8 Savaş Uçağı!”, 21.05.2020.

[5] Değer AKAL; “Doğu Akdeniz’de Kartlar Yeniden Karılıyor”, Deutsche Welle Türkçe, 15.05.2020.

 

* 3 Haziran 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.