Logo
Çağ Üniversitesi
09.07.2020

AFRİKA KITASINDA EMPERYALİST MÜCADELE (İsmail CİNGÖZ)

AFRİKA KITASINDA EMPERYALİST MÜCADELE

İsmail CİNGÖZ

Kaddafi’nin halk ayaklanması ile 40 yılı aşan iktidarına son verilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, sadece bölge ülkelerinin değil hem emperyalist devletlerin hem de küresel sermayenin yakından takip ettiği bir iç savaş halinde devam etmektedir. 1553-1911 yılları arasında Osmanlı Devleti toprakları olarak 358 yıl Türk idaresinde kalmış olan Libya, 1911-1912 yılları arasında İtalya ile yaşanan Trablusgarp Savaşı nedeniyle Türk Milleti’nin hafızalarına kazınmış ve gönül coğrafyasında yer alan bir bölgedir. Aynı zamanda 2000’li yıllardan itibaren Doğu Akdeniz sahasında doğalgaz ve petrol yataklarının keşfiyle birlikte başlayan münhasır alan ve nüfuz mücadelelerinde Türkiye’yi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni adeta yok sayan bir zihniyetin de dolaylı olarak Türkiye ile mücadele sahası olan bir bölgedir Libya.

Zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile emperyalist devletlerin iştahını kabartan Libya’ya emperyalist devletlerin yaklaşımının; devam eden iç savaş nedeniyle yaşanan insanlık dramının çözümünden ziyade kaynaklarının nasıl paylaşılacağı üzerinden hesabıyla dahil olmak istedikleri/oldukları göz ardı edilmemelidir. Ancak Kuzey Afrika’nın kuzeyinde Akdeniz kıyılarında yer alan Libya, emperyalizmin ve küresel sermayenin Afrika kıtasındaki mücadele sahasında lokal bir bölge olmadığı unutulmamalıdır. Afrika kıtası neredeyse bir bütün olarak nüfuz ve güç mücadele sahası durumundadır. Dolayısı ile Libya’ya odaklanarak büyük resmin kaçırılmaması önemlidir. Büyük resim Afrika Kıtasıdır.

Afrika Kıtası; doğusunda Sina Yarımadası, Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz, batısında Atlas Okyanusu, güneyinde Hint Okyanusu ve kuzeyinde Akdeniz ile çevrelenmiş, Madagaskar ve çeşitli adaları ile bir bütün olarak kabul edilmektedir. Kara Kıta olarak da tanımlanan Afrika; dünya yüzölçümünde genelin %6’sına, karasal alanın %24,4’üne ve Avrupa’nın üç misline tekabül eden 30,8 milyon Km2’lik alanı, 54 bağımsız ülke topraklarında yaşayan 1 milyarı aşan insanı ile dünya nüfusunun %15’inden fazlasını üzerinde barındırdığı bilgileri değişik kaynaklarda geçmektedir.

14’üncü yüzyıl sonuna gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya hakimiyeti nedeniyle, başlangıçta baharat ve kumaş ticareti için Çin ve Hindistan’a ulaşmak amacıyla alternatif deniz yolları arayışına girişilmesiyle birlikte Portekizli kaşiflerin çalışmaları ilerleyen yıllarda sistematik bir sömürgecilik zihniyetine evrilmiştir. 1488’de Portekizli denizci Bartolomeu Dias’ın Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Afrika Kıtasının güney sınırlarını keşfetmesi, bir yıl sonra Vasco da Gama’nın aynı güzergahı takip ederek Hindistan’a ulaşmayı başarması bir kırılma noktası olmuştur. Bu tarihten itibaren Avrupalılar başlangıçta Afrika kıyılarına, ardından iç kesimlere doğru yerleşmeye başlamışlardır.

Avrupalıların yerleşmeleri zorla veya çeşitli antlaşmalarla olmuş, yerleşmelere karşı koyan yerlilerle savaşlar yaşanmıştır. Direnen yerliler şiddetle ve kanlı bir şekilde etkisiz hale getirilmişlerdir. Avrupa’nın sözde medeni beyaz insanı tarafından başlangıçta toprak üstündeki sonsuz kaynakların keşfini ilerleyen zamanlarda kıymetli maden ve taşlar ile stratejik madenlerin tespit edilmesi takip etmiştir.

Afrika Kıtasına yerleşen ilk sömürge devletleri; Mısır, Sudan ve Çad’dan pamuk; Angola, Etiyopya, Kamerun ve Uganda’dan kahve; Gana, Kamerun ve Togo’dan kakao; Sierra Leone ve Güney Afrika’dan elmas; Zambiya’dan bakır; Gana’dan kauçuk; Somali ve yukarı Volta’dan hayvan ticaretiyle[1] ilgilenmiş olsalar da ilerleyen yıllarda fildişi, baharat, palmiye yağı ticaret malları olarak öne çıkmıştır. Sözde medeni(!) Batı’nın sömürgecileri Afrika topraklarında kurmuş oldukları tarım işletmelerinde köleleştirdikleri yerli halkı kullanmaya başlamışlardır. Fakat sömürgecilerin daha sonra bu köleleri Amerika ve Avrupa ülkelerine satmaya başlamaları yeni bir süreci başlatmıştır: Köle Ticareti.

Köle ticareti öyle bir hale gelmiştir ki; Batı ve Güneybatı Afrika kıyıları “Köle Kıyısı” adıyla anılmaya başlanmıştır. Nijer, Zaire, Zambezi Nehirlerinin denizlere açılan deltalarında, Luanda, Benguela, Angola ve Mozambik kıyıları başta olmak üzere onlarca köle pazarı kurulmuş, Uida, Porto Novo ve Badagri gibi limanlardan Amerika ve Avrupa’ya gemilerle durmaksızın köle sevkiyatı yapılmıştır. 17’nci yüzyıldan 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar Portekiz, Hollanda, İngiliz, Fransız, Danimarka Belçika ve İsveç menşeili şirketlerin en önemli faaliyetleri köle ticareti olmuştur. Köle ticareti koca Afrika Kıtasının demografik ve sosyal yapısını alt-üst ederken, sömürgeci Batı hem ticaretinden hem de uçsuz bucaksız tarım arazilerinde çalıştırarak zengin olmuştur[2].

Portekizli denizciler tarafından 1440’lı yıllarda Afrikalıları kaçırmaya ve satmaya başlamasından 1867’ye kadar Amerika’ya yapılan köle ticareti hakkında tutulan bazı kayıtlardaki veriler incelendiğinde yaklaşık 12 milyon kadın, erkek ve çocuğun birer meta olarak Afrika Kıtasının ihraç malına dönüşmüş[3] olduğu görülmektedir. Köle ihracının Avrupa’ya da yapıldığı ve kayıt dışı sevkiyatların da olacağı hesap edilirse miktarın çok daha fazla olduğu muhakkaktır.

25 Mayıs 2020 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Minneapolis şehrinde siyahi George Floyd’un polis tarafından göz altına alınma esnasında öldürülmesinin ardından başlayan ırkçılık karşıtı protestoların bir çok ülkeye yayılması ve yaşanan protesto eylemlerinde aynı zamanda dünya sömürgecilik tarihinin de tartışmaya açılması üzerine yıllarca Kongo’yu sömürgesi olarak kullanan Belçika’dan pişmanlık açıklaması gelmesi uluslararası kamuoyu tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Bağımsızlığının 60’ıncı yılını kutlayan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı Felix Tshisekedi’ye bir mektup gönderen Belçika Kralı Philippe, “Geçmişin bu yaraları için en derin pişmanlığımı ifade etmek istiyorum, ki onun acısı, bugün hâlâ toplumlarımızda var olan ayrımcılıkla tekrar depreşti” ifadesi[4] ile resmi bir özür dilenme olmasa da pişmanlık duyulduğunun beyan edilmesi önemli bir adım olarak kabul edilmelidir.

20’nci yüzyılın başlarında Kafkaslarda petrol yataklarının tespit edilmesi dünyada yepyeni bir süreci başlatmıştır. Kafkas petrollerinden sonra Ortadoğu petrol yatakları tespit edilmiştir. Büyük bir kısmı sömürge haline getirilmiş Afrika topraklarında da zengin petrol ve doğalgaz yataklarının keşfedilmesiyle Batı, sömürüde adeta zirveye ulaştığı bir döneme erişmiştir.

Afrika Kıtası altın, elmas, uranyum, koltan, bakır, fosfat, demir, alüminyum, titanyum, kömür gibi pek çok önemli maden ve minarelleriyle zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Bu zenginliği, Afrika Kıtasını stratejik bir konuma ve öneme sahip kılarken, küresel aktörelerin ve emperyalist güçlerin ise hedefi haline getirmektedir. Dolayısı ile Soğuk Savaş yıllarında yaşanan ABD-Sovyet Rusya çekişmesinin yalnızca siyasi endeksli değil, aynı zamanda kıymetli kaynakların yönetiminde söz sahibi olma hedefli olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır. 20’nci yüzyılın ortalarında Cezayir, Libya, Kenya, Uganda, Sudan, Güney Sudan, Angola, Ekvator Ginesi, Kamerun, Nijerya, Çad gibi ülkelerde zengin petrol yataklarının tespiti; ExxonMobil, Shell, Total, Elf, Chevron, Petronas, Rosneft, Sinopec, Gazprom, Lukoil gibi küresel sermayeli enerji şirketlerini Afrika’ya yönelmeye sevk etmiştir[5].

Afrika sömürgelerinde bağımsızlık sürecinin yaşandığı bir dönemde zengin petrol yataklarının tespit edilmesi, eski sömürge ülkelerini petrol ihracatçısı konumuna yükseltmiştir. Bu defa emperyalist devletler ile küresel sermayeler tarafından eski sömürge devletlerinde idarecileri kontrol altında tutabilmek veya kendilerine yakın idare sistemleri kurabilmek adına art arda bir dizi operasyonlar ve darbeler yaşanmıştır.

Afrika denilince akla ilk olarak; sıcak, kuraklık, açlık ve kıtlık geliyor olsa da su kaynakları bakımından dünyanın en zengin kıtası olması ilginçtir. Hidroelektrik potansiyeli açısından Avrupa’dan 3, Kuzey Amerika’dan 4 kat fazla olsa da potansiyelinin ancak çok küçük bir kısmından faydalanılabiliyor[6] olması şaşırtıcıdır. Afrika ekonomisi yalnızca mineral, kıymetli maden ve petrol gibi yeraltı kaynaklarından ibaret değildir. Ciddi manada tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Kakao, hurma (yağı sabun, koçanı margarin yapımında), pamuk, sisal keneviri, çay, kahve, yer fıstığı ile bazı yağlı tohumlu bitkiler gibi dünya ticaretinde önemli yer tutan tarım ürünleri Kıta’nın tropikal kuşak bölgesinde yetişmektedir. Bu kuşak aynı zamanda hayvancılık ve et konserveciliğinde gelişmiştir ve önemli bir hacme sahiptir. Cezayir, Tunus, Güney Afrika ve Mısır ile Nil Havzasında yer alan ülkeler başta olmak üzere Afrika’nın güney ve kuzey sahalarında Avrupai usullerle yapılan tarım ve hayvancılık büyük ekonomik kazançlar sağlamaktadır[7].

Afrika Kıtası yer altı ve yer üstü kaynakları açısından incelendiğinde bilinen genel kanının aksine oldukça zengin olmasına rağmen hala kıtlık ve açlık olaylarının yaşanıyor olmasından hareketle; Afrika ülkelerini emperyalist küresel güçler sömürürken, ülke idarecilerinin de halkı sömürdüğü düşüncesi akla gelmektedir.

***

Brexit ile İngiltere’nin ayrılması ile üye sayısı 27’ye düşen Avrupa Birliği (AB), halen Afrika’nın en büyük ticaret partneri olmayı sürdürmektedir. 2018 yılı verilerine göre AB, Afrika Kıtası ile 152 milyar Avro ihracat, 151 milyar Avro ithalat ile toplam 303 milyar Avro ticaret hacmine sahiptir. AB’nin ithalat partnerleri arasında 3’üncü sırada yer alan Afrika Kıtasında; Güney Afrika, Cezayir, Fas, Tunus, Mısır ve Nijerya’nın AB-Afrika ticaret hacminde %70 paya sahip olması[8] dikkat çekmektedir.

Yer altı ve yer üstü kaynaklarının zenginliğinden yararlanmak ve uluslararası ilişkiler ağı içerisinde etkili olmak isteyen her ülkenin Afrika Kıtasına yönelmesi küresel rekabeti de beraberinde getirmektedir. Portekiz, Hollanda, İngiltere, Fransa gibi sömürgeci ülkelerin sömürgecilik yıllarında doğrudan nüfuz alanlarına girmiş olan Afrika Kıtasının, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1990’lara kadar yaşanan İki Kutuplu Dünya Sistemi kapsamında yaşanan Soğuk Savaş döneminde ise bu defa ABD ve Sovyet Rusya’nın mücadele sahası haline geldiği görülmektedir. Ancak 1990’larda Sovyet Rusya’nın çökmesi ve Doğu Bloğunun dağılması ile bir süre tek süper güç olma özelliğine haiz olan ABD’nin hüküm sürdüğü görülse de bu süreç fazla uzun sürmemiştir.

21’inci yüzyılın başında yeniden şekillenmeye başlayan dünya sisteminde Rusya’nın hızla geri toparlanması, ardından Çin, Japonya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerin yükselen güç olarak sahneye çıktıkları görülmektedir. Yeni dünya sisteminin artık çok sesli bir sürece evrilmesiyle birlikte yükselen değerler olarak sahneye çıkan ülkelerin dünyada nüfuz alanlarını genişletmeye çalışmaları ile birlikte Afrika’ya yönelmeleri ABD’nin menfaatleri aleyhine olan bir süreci başlatmıştır. Zira yeni aktörler ABD’nin yeni küresel rakipleri olarak ortaya çıkmış olsa da ABD kendisine en büyük rakibin Çin olduğunu görmüştür. Çünkü Çin yönetimi Afrika pazarına girerken Batılıların aksine hiçbir ön koşul öne sürmeden ve dayatma yapmayan bir devlet profili sergilemiştir.

ABD’nin 2013’te Afrika ile 100 milyar Dolar olan ticaret hacminin bu seviyenin altına düşmesine karşın, 2000’li yıllarda 10 milyar Dolar gibi ticaret hacmi düşük bir seviyeden Afrika pazarına giren Çin’in 2019’da 200 milyar Doların üzerine çıkması gelinen süreci göstermesi açısından önemlidir. Çin’in Afrika’dan yaptığı ithalatın %70’ini madenler, petrol ve kauçuk oluştururken, bir taraftan da Afrika’nın önemli silah tedarikçileri arasına girdiği görülmektedir. Afrika ülkelerinde 1 milyondan fazla Çinlinin ikamet ettiği ve 10.000’den fazla Çin şirketinin de Afrika Kıtasında iş yaptığı tahmin edilmektedir[9].

Çin Afrika Kıtasında yeni iş ve yatırım imkanları sunarak ülkelerin alt ve üst yapılarındaki faaliyetleri çeşitlendirirken bir taraftan da yatırım yapmakta olduğu ülkelerin ekonomik büyümelerine katkılar sunması tercih edilirliğini arttırmaktadır. Batılıların uzak durduğu sektörlere girmekten çekinmemesi Çin’in popülaritesini arttırırken ABD’nin nüfuz alanlarını daraltmaktadır. Ayrıca Çin, Afrikalılar ile ticari ilişkilerini yürütürken Batı’nın yaptığı gibi; şeffaflık, hesap verebilirlik, iyi yönetişim ve demokrasi gibi kriterler üzerinden hareket etmeden “siyasetle ticaretin birbirinden ayrılması gerektiği ilkesiyle hareket etmektedir. Zira Çin Batı’nın bu ilkelerini “siyasi kriter” olarak değerlendirmektedir. Böyle olunca Afrika ülkeleri ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında Çin’i tercih etmektedirler. Lakin Çin, ciddi rakamlarla borç arayışı içerisinde olan bazı Afrika ülkelerine geri ödeyemeyeceklerini bildiği halde borçlandırma siyaseti yürüttüğü görülmektedir.

Her fırsatta “kazan-kazan” ilkesinden hareket eden Çin, Afrika Kıtasının önceliklerini önemsediği izlenimi verirken, diğer taraftan borçlandırma stratejisi ile ön koşulsuz ve sınırsız kredi ve yatırımları nedeniyle ülkeleri borç batağına sürüklemesi ve bir süre sonra borçlu ülkelerin stratejik varlıklarına el koyması[10] sömürgeci modele alternatif olarak gösterenlerin uzun vadede yanıldığını göstermiştir.

Sonuç olarak;

1071 Malazgirt Zaferi’nin ardından Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasına son kez gelen Türkler de başlangıcı Mısır üzerinden olmak üzere Afrika Kıtasına ilgi duymuşlardır ve bu ilgi emperyalist Batı’dan çok daha önceki yüzyıllara dayanır. Afrika Kıtasında; Tolunoğulları Türk Devleti 868-905 yılları arasında, Memluk Türk Devleti 1250-1517 yıllarında Mısır’da hüküm süren ilk Türk Devletleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. 1553’te İspanyollardan Libya’yı, 1517’de Memluklerden Mısır’ı fethederek topraklarına dahil eden Osmanlı Devleti, ilerleyen yıllarda sınırlarını Kuzey Afrika ve Orta Afrika içlerine kadar genişletmiştir. Türk idaresi 1911’e kadar Libya toprakları ile bu Kıta’da varlığını sürdürmüştür. Fakat Türklerin varlığı Avrupalı emperyalistler gibi sömürü amaçlı değil, stratejik ve güvenlik amaçlı olmuştur.

Halen devam eden Libya iç savaşında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınmış legal Libya Ulusal Mutabakat Hükümetinin yanında yer alan Türkiye de tarihte bu topraklarda emperyalist amaç gütmeden hüküm sürmüş ataları Tolunoğullar, Memluk ve Osmanlı Devletleri gibi sadece Doğu Akdeniz Münhasır Alan mücadelesinde haklarını koruma amacıyla Libya’dadır. Libya iç savaşı sürecinde emperyalist amaçlı olarak dahil olmayan tek ülkenin Türkiye olduğu şüphesizdir.

Yeni dünya düzeni ile saflar yeniden belli olurken 21’inci yüzyıl başından itibaren bir kez daha dikkatlerin yoğunlaştığı Afrika Kıtası üzerinde devam eden nüfuz mücadelesi her geçen gün artmaktadır. Bu mücadele ve rekabet zengin kaynaklara sahip ülkeler üzerindeki baskıyı da arttırmaktadır. Madenler, petrol yatakları, enerji kaynakları ile tarım ve hayvancılık gibi yer altı ve yer üstü zenginliklerin paylaşımının yanında jeo stratejik ve jeopolitik konumu ile küresel güçlerin mücadelesi Libya örneğinde olduğu gibi sıcak çatışmalara da açık olma riskini taşırken, rekabet içerisinde olan küresel aktörlerin çıkarları gereği umulmadık şekilde iş birliğine de gidebildiklerini gösterdikleri görülmektedir.

Sömürge geçmişinden dolayı İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler Afrika’nın doğal bir parçası görünümü sergilerken, AB-Afrika ilişkilerinde doğal olarak sömürge geçmişi olan devletlerin ağırlığı hissedilmektedir. Lakin ABD, Çin ve Rusya ise kendi çıkarlarına göre Kıta ülkelerinde yeniden dizayn ile kendisine bağımlı ülkeler oluşturmaya çalıştıkları bir görüntü sergiledikleri görülmektedir.

Petrol ve doğalgaz yataklarına sahip olan Afrika Kıtasında son yıllarda zengin su kaynaklarının hidroelektrik santralleri, rüzgâr ve güneş enerjisi gibi alternatif kaynak yaratma arayışı ile yatırımların arttığı görülmektedir. Bu alanlarda yatırım yapan küresel aktörlere bu alanlarda kendini kanıtlamış olan Türk şirketlerinin de dahil olabilmeleri Türk dış politikası için önem arz etmektedir. Zira Afrika Kıtasına açılım için uzunca bir süredir arayış içerisinde olan Türkiye, devasa küresel sermayeler karşısında dezavantajlı gibi görülse de tarihi ilişkileri ve dostluk bağlarının devam ediyor olması Türkiye’ye artı avantaj sağlayabilecek potansiyel içermektedir.

Emperyalist geçmişi olmayan Türkiye, Afrika ülkeleriyle birlikte küresel adaletsizliğe karşı ortak duruş sağlayabilmeyi başarabilirse Çin’in borçlandırma siyaseti örneğinde olduğu gibi Afrika Kıtasında yeni bir sömürü sisteminin yerleşmesi de engellenebilecektir. Karar alıcı mekanizmalar Çin’in engellenebilirliği hususunda Afrika devlet idarecilerini ikna edebilirse Türkiye’yi durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Son söz olarak; BM’de temsilcisi bulunan bağımsız 194 ülkenin 54’ü Afrika Kıtasındadır. BM Genel Kurulunda alınan kararlarda her bir ülkenin oyu önem kazanmaktadır. Çin Afrika’ya sadece kaynaklarından istifade ve yeni pazar payı kapmanın yanında Afrika ülkelerinin BM Genel Kurulundaki oylarını da etkileme amacında olduğu muhakkaktır. Dolayısı ile Türkiye, Afrika ülkeleri ile ilişkilerini stratejik ilişkiler seviyesine çıkartabilirse bu avantajı da elde edebilecek ve küresel siyasi güç haline gelebilecektir. Karar alıcı mekanizmalar, Türk sermayedarları ile şirketlerini organize ederek Afrika’ya yönlendirmeleri hayati öneme haizdir.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. -BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com

 

[1] Harun BIÇAKÇI; “Sömürge Öncesi Dönemden Günümüze Afrika’da Kentler ve Kentleşme Hareketleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2018/3, S.:32, ss. 58-88.

[2] Davut DURSUN; “Afrika - Yeryüzünün Asya’dan Sonra İkinci Büyük Kıtası”, https://islamansiklopedisi.org.tr/afrika (Erişim Tarihi: 05.07.2020)

[3] Harun BIÇAKÇI; “Sömürge Öncesi Dönemden Günümüze Afrika’da Kentler ve Kentleşme Hareketleri”.

[4] Sputnik News; “Belçika Kralı, Ülkesinin Sömürgeci Geçmişinden 'Derin Pişmanlık' Duyduğunu Açıkladı”, 30.06.2020.

[5] Serhat ORAKÇI; “Afrika Kıtası’nda Küresel Rekabet”, İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER), 23.03.2020.

[6] Cevat Rüştü GÜRSOY; “Afrika - Yeryüzünün Asya’dan Sonra İkinci Büyük Kıtası”, https://islamansiklopedisi.org.tr/afrika (Erişim Tarihi: 05.07.2020)

[7] Cevat Rüştü GÜRSOY; “Afrika - Yeryüzünün Asya’dan Sonra İkinci Büyük Kıtası

[8] Serhat ORAKÇI; “Afrika Kıtası’nda Küresel Rekabet

[9] Hasan AYDIN; “Küresel Güçlerin Nüfuz Mücadelesi Afrika’ya Yıkım Getiriyor”, A.A., 08.01.2019.

[10] Hasan AYDIN; “Küresel Güçlerin Nüfuz Mücadelesi Afrika’ya Yıkım Getiriyor

 

NOT: Bu makale 8 Temmuz 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.